İNTİHARA MEYİLLİ ARABAM NECLA
Fatma İnci
İNTİHARA MEYİLLİ ARABAM NECLA
Fatma İnci
İntihara meyilli arabam Necla ile sık sık tartıştığımız olur. Nereye gitmek istesem mutlaka bir itirazı vardır ve söylenmekten çekinmez. Bazen ilerlemeyi reddeder, kimi zaman ben ayağımı çeksem dahi gazı köklemekten geri kalmaz. Koltuklarını kafasına göre ayarlar, virajlardan geçerken hızlanmayı sever. Beğenmediği şarkıları ben daha kendimi açıklamaya fırsat bulamadan değiştirir. Israr etmem durumunda tüm uyarılarını çalıştırır ve müziğin sesini bastırır. Yumuşak yüz hatlarına ters, çirkin bir huyu vardır.
Geçenlerde İstanbul’un ara sokaklarından geçerken bir yokuşa denk gelince hemen suratını astı mesela. “Çıkmam ben buradan!” dedi. “Nasıl?” diye sordum ben de. “Neclacığım arkadan başka arabalar geliyor. Gözünü seveyim kendine gel.”
Zevk aldı benim bu yakarışlarımdan ve olduğu yerden kımıldamadı. “Gidemiyorum işte olmuyor, fazla dik bir yokuş. Bak karşıdan da taksi geliyor zaten geçecek yer kalmadı.” Penceremi açıp taksici beyefendiye “Lütfen yolu açar mısınız?” diye ricada bulundum. Sonra da Necla’yı umursamadan gaza bastım.
“Çıkmayacağım bu yokuştan! Açlıktan ölüyorum, güneş de başıma vurdu! Hep senin yüzünden!” diye bağırdı bana. Katettiğimiz ufacık mesafeyi geriye doğru kayarak sıfırladı. “Çarpacağız!” dedim arkadaki arabayı işaret edip. “Abartma! O kadar dikkatsiz değilim!” diyerek beni azarladı.
“Necla lütfen güzelim, lütfen şu yokuştan bir çıkalım da sonra sana benzin alıp karnını doyuralım! Bak söz veriyorum!” Bu sefer el frenini çekip gaza bastım fakat nafile. Necla çığlık çığlığa itiraz etmeye, geri gitmeye, tuhaf uyarılarla başımı ağrıtmaya devam ediyordu. Yalnız devasa bir adam bize doğru gelince hıçkırıklarını bastırdı.
“Gaza bassana be, kaç dakikadır bekliyoruz! Siz bayan sürücüler yok musunuz!” diye haykırdı adam. İşten çıkmış olmalı diye düşündüm. Necla bana, ben de Necla’ya bakıyordum. “Hadi…” dedim. “Bak senin yüzünden azar da yedim.” Bir kez daha gaza yüklendim ve zar zor yokuşu çıktık. Tam ben rahatlayıp şükretmeye başlıyordum ki bir başka sinsi yokuş göründü. “Kenara çek!” diye sızlandı Necla. “Dinlenmek istiyorum çok yoruldum.”
Etrafa şöyle bir bakındım. “Neclacığım, yer olsa vallahi seni zorlamazdım. Fakat daracık sokak, sen de görüyorsun. Lütfen biraz daha çaba sarf et. Sonra belki camlarını sildiririm, ne dersin?”
“Kalsın, istemiyorum. Ben İstanbul’da ne arıyorum? Çok sıkıldım buradan. Her yolda binbir çukur, her dönüşün sonu çıkmaz sokak, sürücüler agresif, benzini tatsız tuzsuz… dayanamayacağım, ölüyorum galiba!”
“Necla, birtanem, ne ölmesi Allah aşkına? Bir su çarpayım yüzüne!”
Ön cama su gönderip silecekleri çalıştırdım ve klimayı açtım. “Daha iyi misin?” diye sordum. Kornalar bulunduğumuz sokağı titretiyor, evlerindeki huzurlu hayatları kaprisli bir araba yüzünden bölünen apartman sakinleri balkonlarından bize bakıyordu.
“İnan tansiyonum düştü.” dedi Necla.
“Biraz sık dişini! Sana yeni araba kokusu alacağım, söz!”
“Lavantalı olandan mı?”
“Lavantalı olandan.”
“Peki öyleyse.” Şöyle bir tekerlerini hareket ettirdi. Ara ara geriye doğru kaysa da çok geçmeden tepeye ulaştık. “Şükür!” diye geçirdim içimden. Yeni bir yokuşla karşılaşınca gözlerim dolacak gibi oldu. “Necla…” dedim. “Buraya kadarmış.” dedi. “Bırakacağım kendimi, dayanacak gücüm kalmadı.”
“Sen Alp Dağları’ndan geçtin!” diye yalvardım. “Paris caddelerinde fink attın. Alman kasabalarında helal et aradın, ne çabuk unuttun bunları!”
“Yanımda sen yoktun ki, sevgilim vardı. Onu ne çok özlüyorum. Şimdi Citroen Picasso C4 model, balina kadar cüssesi olan arabasıyla ilgileniyor yalnızca. Gözü beni görmüyor.”
Korna senfonisi devam ediyordu, Necla’nın gözlerinin yaşı yüzünden arabanın farları yanıp sönüyor, böylece acil durumda olduğumuzu arkadakilere haber veriyordu. Biraz daha yalvardım ona, gücünü toplayacak kadar dinlenmesine müsaade ettim. Eski sevgilisini düşündüğünden bir müddet sessiz kaldı. Sonra burnunu çekip, “Hazırım şimdi.” dedi. Gaza yüklenip anayola kadar hiç duraksamadan ilerledi.
Konsere gidiyorduk. Hollywod Vampires’ın davetine icabet etmemek olmazdı, malum. Necla daha ziyade slow parçalardan hoşlanıyordu ama atlattığımız ufak çaplı maceradan sonra gönlümü kırmadı. Bahçeköy’den geçip ormanlık alana vardığımızda bir iç çektim. Akşam vakti buradan nasıl döneceğiz acaba diye düşünmeden de edemedim.
Necla’yı park ettiğimde şöyle bir sırtını sıvazladım. “Nasılsın, güzelim? Her şey yolunda mı?”
“Biraz gözlerimi dinlendireceğim.” dedi. “Alice Cooper’a selamımı söyle.”
“Tabii, aleyküm selam. Öyleyse ben gidiyorum.”
***
6-7 saat geçti aradan. School’s Out ve Another Brick in the Wall’dan sonra keyfim iyice yerine gelmişti. Sabahki aksiliği unuttuğumdan enerjim yüksekti. Konser bittikten sonra hoplaya zıplaya dinlediğim şarkıları mırıldanıyor, otoparka doğru gidiyordum.
“Ne de olsa duvardaki bir başka tuğla,
Ne de olsa sen de duvardaki bir başka tuğlasın.”
Necla’yı görünce kollarımı iki yana açtım. “Canım benim!” diyerek uzandım ona. “Nasılsın? Buradan dinleyebildin mi?”
“Afiyetteyim, çok şükür.” dedi. “Gözlerimi kapattığım gibi dalıp gitmişim. Az evvel uyandım.”
Saat 11’i geçtiğinden çok oyalanmadan yola çıktık. Fakat ormanın daracık yollarını işgal eden araçlar yüzünden trafik fena halde sıkışıktı. Dur, kalk, dur, kalk derken de Necla’nın midesi iyice bulandı. “Yapamayacağım! Yeni uyanan araba böyle trafiğe sokulur mu hiç? Çek kenara.”
“Necla!” diye sesimi yükselttim ben de. Konserden sonra moralimi hiçbir lüzumsuz meseleyle bozmak istemiyordum. “Eve gidince dinlenirsin. Şimdi önüne bak.”
“Kenara çek dedim!”
“Önüne bak dedim!”
“Kenara çek Fatma!”
“Önüne bak Necla!”
Bu tartışmadan çabucak sıyrılacağımı düşünmemi o anki uykusuzluğuma veriyorum. Necla’nın istemediği hiçbir şeyi zorla yapmayacağını artık öğrenmiş olmam gerekirdi. Benim bu ısrarlarım iyice öfkesini uyandırdığından yine tüm uyarı ışıklarını yaktı.
‘Debriyaj aşırı ısındı, kılavuza bakınız’
Pes edip kenara çektim ve öylece beklemeye koyuldum. Necla kendince söyleniyor, benim sürücülüğümü yeriyordu. Direksiyonu fazla sıkı tutuyormuşum, canı yanıyormuş. El frenini çekerken fevri davranıyormuşum, rahatsız oluyormuş. Virajlarda yavaşlamama gıcıkmış bir de şehirlerarası yolda 110 ile gitmem onu iyice çıldırtıyormuş, falan filan.
“Bunun dırdırıyla mı uğraşacağım?” diyerek çıktım dışarı. Necla sakinleşinceye dek etrafta dolanmaya karar verdim. Şarjı gittikçe azalan telefonuma ve sönen ışıkların etkisiyle gözlerimi acıtmaya başlayan karanlığa baktım. Ağaçlar birkaç saat öncekine göre çok daha huysuz görünüyordu sanki. Biraz tedirgin olup Necla’dan çok uzaklaşmamaya dikkat ettim.
Heroes şarkısını mırıldanırken ışıltılı bir kapıya denk gelince duraksadım. Süslü insanlar dizilmiş, kapının önünde sigara içiyordu. Simli saçlar ve takım elbiseleri. Hepsi biraz gergin, fazlasıyla yorgundu. Aralarında bir husumet olduğu belliydi.
İçeri geçip etrafa bakındım. Erik dalı eşliğinde oynayan kalabalığı görünce bir iç geçirdim. “Nereden nereye…” dedim kendi kendime. Alice Cooper dinlediğim anlar şimdi silikleşmişti.
Geç saatin etkisiyle iyice bitap düşmüş bir garsona yaklaşıp “Priz var mı?” diye sordum. “Var ama biz birazdan çıkacağız.” dedi aksi aksi. Elindeki tepsiyi koltuk altına sıkıştırıp telefonumu ve şarj aletimi aldı.
“Başıma neler geldi, vay aman
Ah, başıma neler geldi, vay aman”
Abiyeli kadınların gülüşmelerini, gelin tarafının dedikodusunu dinledim. Düğünü kim ödemiş, evin mobilyalarını kim üstlenmiş, Fethi Amca kimi dolandırmış, Fikret Dayı evini kaça satmış… Bir stilettolara bir de çamurlu spor ayakkabıma baktım. Kız tarafı mı erkek tarafı mı olsam diye düşünürken, Necla’nın tarafı olmaya karar verip az evvel durdurduğum garsona yaklaştım. %5 şarj olmuş telefonumu alıp çabucak düğün salonunu terk ettim. Yine kapı önünde dizilmiş bir kalabalık vardı fakat suratlar değişmişti. Aralarında bir husumet olduğu belliydi.
“Dinlendin mi?” dedim Necla’ya.
“Daha iyiyim.” dedi.
Sürücü koltuğuna geçip anahtarı kontağa taktım. “Senden başka kimsem yok galiba.” diyerek şefkatle direksiyonu okşadım. Necla başını sallayıp konuştu: “Araba kokusu almayı ihmal etme olur mu?”
Şimdi navigasyonum bizi virajlı bir orman yoluna sokuyor. Radyodan bir Anadolu rock parçası yükseliyor. Necla gaza basıp kollarını havaya kaldırıyor. “Yupppiii!” diyerek geçiyor ağaçların yanından. Onun da benden başka kimsesi yok, o da yalnız bitmek bilmeyen yokuşlardan korkuyor.